Sunday, July 29, 2007

Mutluluğun Resmi


Kendimi alip kaciyorum Dalaman'a... İlla ki birini daha mi takmalisin koluna, uzaklara kaçarken?
Yoksa sen de mi yalniz başina kaçamayanlardansin?... Hayir, ben değilim... Bana aklimdakinin varliği yetiyor... Biraz da ben olayim sadece yanimda... Kafami ve yüreğimi, ama ne birini ne diğerini, her ikisini birden dinlemeye ihtiyacim var benim... Onun için beni biraz yalniz birakin... Şu şezlonga uzanip denizle denizin buluşmasina taniklik etmek istiyorum...

Doga, sukunet, huzur, barış...

İste hayatta her zaman olmak isteyecegim tek yer...

issiz bir deniz kenarinda, yapayalniz..

dalgalarin vuruslari, caretta carettalarin nefes almak icin kafalarini suyun disina cikarislari, sazliklarin kipirdayislari, ve batan bir gunes...


Mutlulugun resmi bu olsa gerek.


Dalaman, 29 Tem 07.

Dalyan'dan derinlere açılan bir yürek...

Deniz vs. deniz...
Derinlerim... ah derinlerim...

Aklımdan neler geçer bilir misin sevgili?
Kırk bin atlı koşturur beynimin kıvrımlarında,
ve hepsinin rotası da aynıdır..
hepsi de sana doğru koşar...
dört nala hem de...

denize baka baka,
denize değil ama sana dalmak isteğiyle,
seni haykırır yüreğim
bir kez daha
usul usul,
ve derinden.

29 tem 07
dalyan, türkiye.

Tuesday, April 3, 2007

If I could live my life again...

Instants---------

If I could live again my life,
In the next - I'll try,- to make more mistakes,I won't try to be so perfect,I'll be more relaxed,I'll be more full - than I am now,In fact, I'll take fewer things seriously,I'll be less hygenic,I'll take more risks,I'll take more trips,I'll watch more sunsets,I'll climb more mountains,I'll swim more rivers,I'll go to more places - I've never been,I'll eat more ice creams and less (lime) beans,I'll have more real problems - and less imaginaryones,I was one of those people who liveprudent and prolific lives -each minute of his life,Of course that I had moments of joy - but,if I could go back I'll try to have only good moments,If you don't know - thats what life is made of,Don't lose the now!I was one of those who never goes anywherewithout a thermometer,without a hot-water bottle,and without an umberella and without a parachute,If I could live again - I will travel light,If I could live again - I'll try to work bare feetat the beginning of spring tillthe end of autumn,I'll ride more carts,I'll watch more sunrises and play with more children,
If I have the life to live - but now I am 85,- and I know that I am dying ...

Jorge Luis Borges

(the poem on the wall of the former Turkish Cypriot Leader Rauf Denktaş...)

Saturday, March 24, 2007

I miss you...

Maria, Katka, Carlos... where are you now my dear friends?...

I miss answering your most intimate questions about my love life in the middle of one of our tennis matches in illegal territories Maria...
I wonder these days what you are up to, at what stage of pregnancy you are and when I will be able to see you next.

I miss asking my most intimate questions about your love life in the middle of your special cooking sessions Katka...
I wonder these days how much your lovely little boy, Adam, must have grown since the last time you sent me his photos and whether I will finally be able to track your email address which I’ve recklessly lost as usual.

I miss being exposed to your most amusing questions about my love life and my making assumptions about the intricacies of yours dear Carlos...
I wonder whether you have already moved to Australia and whether I will be able to grab my teddy bear and walk straight into your room in the middle of the night ever again.

And you... I know where you are, what you are up to... But I will always continue to miss you no matter what.

I miss getting your amazing text messages in the middle our heated tennis matches with Maria and then rolling all over on the green grass with fantasies induced by your most seductive messages...

I miss the smiles and giggles you put on my face when I put down small remarks about us in our little purple notebook with Katka during yet another one of our convoluted ‘Managing Public Money’ classes...

I even miss the never-ending interrogations by Carlos as to whether it is you whom I am in love with at the times when I was most head over hills for you...

I miss my dearest friends just as much as I miss you.

Deniz
March 21st 2007
(on the plane to Madrid)

Sunday, March 18, 2007

8th of March

8th of March...
An important date in the history of womanhood.
Now, an important date in the history of Cyprus.
And an important date in my own history.

The two Mayors of Nicosia stand together at the crumbling hotel in the deserted buffer zone dividing the city... They are there on the occasion of a panel discussion about women’s day...
The male mayor of the city (Cemal) offers a rose to the female mayor of the same city (Eleni)...
A rose that puts a smile on all faces...
A rose on the occasion of women’s day...
A rose that becomes the unifying factor in between the two mayors of the same divided city...





Couple of hours later, while i am happily sleeping in bed, my phone rings...

The voice asks: '' Where are you?! ''

I answer: ''Who are you?''

-- ''Who else can it be at this time?''

--''Huh... I don't know!!!???.......''

--''Come on... it's Cemal. I need to speak to Eleni urgently!''

--''Oh, I am sorry Mr. Mayor, let me give you the Mayor's mobile number, but what's all this rush at this time?! Its freaking midnight!''

--''They are bringing down the wall on their side of the city and you are sleeping!''

--''Oh My God! Really?! Ok wait, I'm coming down!!!''

Then my cousin calls... She makes similar comments regarding the wall that make me realize that this is no joke! There really is some action going on along the buffer zone and this is history. We had to be there. So she says she would be at my door in 5 minutes, and she really lives up to her promise this time. Very unlikely behaviour for her but wow... So we get there at the famous Lokmaci (Ledra) Checkpoint around midnight. It was the night connecting the 8th to the 9th.

There was a handful of people all trying to figure out what the hell the noise coming from the south was all about. By getting on top of whatever shambles of rocks and broken tables we could find over there, we took a look at what was going on over there, only about 100 metres away from us...

The last wall dividing the last divided capital in Europe was apparently coming down. And the two mayors whom I was together with just a couple of hours ago, were leading the operations on their respective parts of the divided city amidst the darkness of the night.




There were more camera crews than people to be interviewed.


There were roars of suprise and laughters of joy on both sides of the checkpoint.


There were men and women, Greek Cypriots and Turkish Cypriots, people on duty and loiterers...


We were getting one step closer to achieving solution to the Cyprus problem...
When my cousin and I were leaving the scene, joy was up in the air...
It was the joy of a mild spring evening...
Evening was slowly leaving its place to the morning...
It was time to make love, not war.

And that's what we did exactly...

Anne Bana Zaman Dile

Anne bana zaman dile, başka hiçbirşey. Nefes almak nasıl olsa bir şekilde düzenini bulacaktır, öyle ya da böyle bu rol, verilmiş, oynanacaktır. Borçlar birgün kapanacak, kavgalarımız ve sevdalarımız durulacaktır. Ağlayan gözler susacak, gönüller aklın yoluna varacaktır. Ama zaman hep azal azal azalacaktır. Ev değil, bark değil, para değil, baht değil, anne bana zaman dile, başka birşey değil.
Bunun için kaç ay kaç yıl kaç iklim geçmesi gerek bilmiyorum. Binmiş gibi rastgele bir yelkenliye, rüzgarla sürükleniyorum. Islanıyorum. Eteğimin üzerinde kendi başıma yıldız doğuruyorum, gözlerimde deniz lekeleri birikiyor acımdan ve bütün fırtınalardan kumlanıyorum. Of, aklıma yaşamak düşüyor, huylanıyorum. O yüzden bu yazıyı iyi duymanı istiyorum. Anne bana zaman dilemeni diliyorum.
Anne bana zaman dile, ben, zamanımı yaşamak alana kadar yaşamak istiyorum çünkü. Bir rakı beni dağıtana kadar, sevgilimin gözlerini güneşten toplayana kadar, bir mehtap içime akana, barışı yakından tanıyana kadar yaşamak istiyorum.
Anne bana zaman dile, ben bir yasemin genzimi yakana kadar yaşamak istiyorum çünkü. Aşk için fazla gelecek bir şiir yazana, ayakkabılarım senin doğduğun yerlere ayak basana kadar yaşamak diliyorum çünkü. Zaman dile anne, zaman. Kıbrıs'ı yeniden yeşil sevene kadar zaman, bir uğur böceğinden rugan pabuç isteyene, gömdüğüm ağrılarım kendiliğinden ölene kadar yaşamak için zaman.
Bugüne kadar yaşadıklarımın yüzde kaçı yaşamaktı? Başkaları duymasın diye en sevdiğim şarkıları içimden söylemem mi? İnsanlar ne düşünecek diye aklıma estiğinde kelebeklerle dans etmemem mi? Büyüklerin büyük sözlerini dinlemem ve büyük laflar etmeyip büyük hayaller de kurmamam mı?
Bugüne kadar yaşadıklarımın yüzde kaçı yaşamaktı ki? Gelinmesi gereken yerde gelmem, gidilmesi gereken yerde gitmem ve yapılması gerekenleri eksiksiz yapmam mı? Senin sayende bir savaşı yarasız atlatmam mı? Bir aşka nasıl olsa bitecek diye hiç başlamamam mı? En sızılandığım saatte güçlü görünmek adına dağıla dağıla ağlamamam mı?
Bugüne kadar yaşadıklarım aslında yaşayamadıklarımdı, farkındayım. İçinde bir damla 'ben'im olmadıklarımdı, acıdayım. Sırf bu yüzden bu yazıya sığınmaktayım. Yaşamanın içinde bir damla 'ben' olana dek yaşamak için, zamana ihtiyaçlıyım.
Senin yaşamaktan anladığına benzememeli benim yaşamaktan anladığım. Yeniden, yeni bir anlam yüklemeliyiz ona. Kanunsuz ve düzensiz, hatta dağınık olmalı bu defa. Şans veren, biraz tebessüm eden, nazımızın geçmesine izin veren, emek veren bir anlam.
Çünkü hayat ancak bu şekilde manasını bulacaktır. Çünkü bu rol ancak bu şekilde keyifle oynanacaktır. Çünkü kavgalar durulsa da sevdaların durulacağı yalandır. Ağlayacak gözler ve gönüller aslında akla hep nanik yapacaklardır. Ve zaman hep azal azal azalacaktır. Sen anne ancak sen ikna edebilirsin onu, sen dileyebilirsin zamandan daha çoğunu. Ve mutlu edersin bu haylaz şair çocuğu? Ne dersin? Anne bana zaman diler misin?...



As always, by Beste.

Sunday, March 11, 2007

The confidence of age


... But these lessons come in more pleasant versions, too, like the word lovemaking. It always seemed melodramatic and a bit disingenuous to me. But when he says (and does) it, there's a willingness to be transparent and vulnerable that I can only imagine comes from all the romantic tumult of the decades between us. He allows himself to rest his head on my chest without mistaking it for weakness, and that, I've realized, is the making of love...


... he has to come with something more than obvious good looks and bright prospects; he has to have that spark that signals a capacity for abiding love, and the certainty of self that allows him to embrace this ever-evolving--sometimes to the point of neurosis--woman. It's the confidence of age...


... men are under such immense pressure to compete and succeed that I'm in no rush to force them into adulthood. But I'm already here, and I need a partner who is, too. Someone who can hear me better. And someone who knows enough to help me better hear myself....

Her dokunduğunda bir Lefkoşa'yı dağıttın kucağımda...


Her aşkın kendine bir şiir bulduğu ve her şiirin aşk için eksik olduğu bir memlekette, hangi şiirde saklamalı seni, bulamadım...
Her dokunduğunda bir Lefkoşa'yı dağıttın kucağımda, her baktığında bir şarkıyı sarhoş buldum dudağımda... Ben şairdim satırlarım dardı, zamanım az... Erken sevmeliydin, bekletmemeliydin o yüzden.
Sev çünkü göreceksin hep geç kaldığını, inmek için birkaç durak saydığını, yıllardır bahar kılıklı kışlarla avunduğunu, ve eski günlerin rengini unuttuğunu göreceksin...
İnsan mutlu anları ve yaşayamadıkları kadar yaşlıdır, biliyor musun? Gözünü kapatıp düşündüğünde bir buz dağı gibi aklına çarpanlar mutlu anlardır, kaç yıl öncesi olursa olsun, ve yaşanmamışlıklarıdır. O yüzden sev diyorum, bekletme.
Gel otur yanıma, yüzünden henüz olgunlaşmamış erik rengi sevinçler toplayayım izin ver. Konuş bana, ne anlatırsan anlat sesinin ellerinden gelsin. Gülümse, gözlerinde oluşan rengi umuda ödünç vereyim. Dokunalım hüzünlü bir şiire, sen saçlarından yıldızlar kaydır, ben yeni bir gece kurayım sana, yeni bir gökyüzü gönlümde, seyret.
Uzun zamandır görüşmeyen iki eski sevgili, kokusundan hiçbirşey kaybetmeyen bir mektup, tadından hiçbirşey eksilmeyen bir mevsim gibi, dertleşelim gel eski iki dost gibi.
Çok sıradan gelse de ellerimi ellerinde unutarak başlayabilirsin mesela, ya da gözlerini gözlerime dayarsın,farkederim hiç büyümediğimi ve aslında sevme ihtimalimle beraber büyüme ihtimalimin yıllar önce ortadan kalktığını...
Seveceksen bilmeliyim, özleminden sırılsıklam olduğum için seninle kavga ettiğimde gitmeyeceğini bilecek kadar emin olmalıyım sevdiğinden. Düşümde senin için odalar hazırlamalıyım, gönlümde yeşillenmeyi unutan umutlara geleceğinin müjdesini vermeliyim. Ağırlaşmalıyım kendime,tozlu sandıklarımdan geri kalanlarımı çıkarmalıyım, Lefkara işli hayallerimi, çeyizliğimdeki sıcak hallerimi. Sokak sokak çıkıp kendimi toplamalıyım, dağıttığım beni. Sonra da yap-boz yapar gibi, birleştirmeliyim. Yarım tek bir parçası olmamamlı.
Eksilerimle, hüzünlerimle, dertlerimle, yüreğimdeki kalabalık ve içerimdeki derin boşlukla akmalıyım hayatına. Dedim ya seveceksen, ki sevmek büyük bir iştir bilirsin, bilmeliyim...
Ama gelmeyeceksen de söyle, gene bilmeliyim. Uzatmamalıyım bu yazıyı, sonra aşk kalır burada, ortada, benimle kenarda, kıyıda, kaldırımda, koltukta, yastıkta aşk diye birşey kalır haberin olsun. Yıllar sonra bile gözlerinin rengini unutmayacak, her baharda içinde yeniden sen açacak, güne seni düşündüğünde uyanacak aşk diye birşey kalır haberin olsun.
Her aşkın kendine bir şiir bulduğu ve her şiirin aşk için eksik olduğu bir memlekette, hangi şiirde sakalasam seni bulamadım. Uzak gibiydi bütün ayrılıklar, ve anlamsızdı tüm başlangıçlar, en çok ve ancak kendi ağırlığımdaydım yıllardır ben. Nerdeydin, nereliydin artık ve benimle gelir miydin? Bilmeliydim bu defa...


Teşekkurler Bes.... (Duygularıma bu kadar güzel tercüman olduğun için)

SENİNLE


Seninle güneşi yakalamak isterdim
aya yolculuğa çıkmak.
Ölü bir dalgada sevişmek.
Sana bu kentte tapmak isterdim
öpmek, daha çok, daha çok öpmek.
Yüreğinin tam ortasına sıkışmak.
Bir gülün yaprağına yerleşmek isterdim seninle
rüzgarda, yağmurda daha sıkı sarılmak.
Bazen bahar, bazen kış
bazen de beşinci mevsimi yaşamak.

Hakan TARTAN.

SEN GİDİNCE

beni bir de sen gidince gör sevdiğim
bulutların içinde gör
beni en dalgalı halimle
yağmaya en müsait vaktimde gör
korkakken, çocukken, seni düşünürken gör
beni bir de sen gidince gör sevdiğim
gururların yıkıntısında gör
beni en vazgeçmiş halimle
kaybetmeye en yakın vaktimde gör
yorgunken, üşümüşken,
seni özlerken gör
şarkıların içinde kırılırken gör
beni en kadın halimle
alınmaya en müsait vaktimde gör
senden ümidi kesmişken
unutmaya sabıkalı sana
petunya kokulu bir şiirken
yarımken
isimsizken
bir hiçbirşeyken gör
beni bir de sen gidince gör sevdiğim

Beste SAKALLI

Sunday, March 4, 2007

Beni Deniz Gibi Sev...

Çok sevdiğim bir şairden, çok sevdiğim birisine...

Zor bir şey istemiyorum ki senden. Niye anlarsın ey sevgili her şeyi böyle tersten. Sen ki bu adanın köpük kokulu soluğu, gözleri mavinin en uçuk tonlu çocuğu, sen ki bakışları denizyıldızı kokusu, anlarsın ne istediğimi ve sevebilirsin, biliyorum bir deniz gibi bu yüreği.

Beni seveceksen deniz gibi sev diyorum sevgili, deniz gibi. Kıyılarında otururken ansızın çekiliver mesela. Bana içini göster, kabuklarını, içinde büyüyen yosun kılıklı korkuları, en mavi taraflarını. Bir müddet öyle kal. Gittiğini sanacak kadar kal. Sonra gel sakla yine kendini sularının en sığ yamaçlarına.

Beni seveceksen deniz gibi sev diyorum sevgili, deniz gibi. Konuşurken ya da şarkı dökerken bana o kadar yumuşak konuş, o kadar kadife söyle ki ne söylediğini çıkarmak için susturayım tanıdığım ağlamaklı limanları ve haylaz deniz fenerlerini, her bakışımın üzerinden geçerken başka başka renklerini duyurt sesinin, başka başka desenlerini.


Mesela kıyılarını o kadar benim yap ki, üzüldüm mü oraya koşayım, sevindim mi oraya. Ağladım mı orada boşalayım, kanadım mı orada kazıyayım, tuzu yarama orada bastırayım. Çapaklandığında umutlarım, orada yenilerine dolayım. Gidecek başka yerim olmadan yalnız sende kendime çoğalayım.

Deniz gibi seveceksen izin vereceksin demektir çocuk olmama, kumdan evler yapıp yapıp bozmama, anlamsız gururlar yoğurmama izin vereceksin. Kıyılarının üzerine adlarımızı yazmama, sonra da arasına fiyakalı bir kalp resmi yapıp, tam da ortasından ucu keskin bir ok geçirmeme izin vereceksin. O kadar küçülteceğim sevmeyi bazen, o kadar çocuklaştıracak. Sense sadece seveceksin bu arada, büyümemi seyrederek, çocukça hatalarımı sobeleyerek, gönlüne kum kaçırmama gülerek seveceksin.







Soluğunda kimsede olmayan o koku olacak, sen konuştukça orkide halinden utanacak, nergis boyun bükecek, petunyalar yüzün dökecek. Soluğunda hiçbir çiçekte olmayacak bir tat olacak. Tuzlu bir gün doğumu barındıran bir şey, bir tek bu adanın bağrında açan bir şey, sen gelmeden önce düşünceme değen, senden önce yüreğimin koridorlarında beliren bir şey.


Tam bir yerlerde bittiğimize, konuşacaklarımızın, söyleyeceklerimizin tükendiğine inanacağım, aniden karalarını fark edeceğim, yeni sığınaklarını, uzaktaki ve çok derindeki hayat belirtilerini, keşfedilmemiş memleketlerini mesela. Ve ben gelmeme karşı koyamayacağım. Geleceğim sana, umarsız, pusulasız, apar topar. Daha önce planladığım herşeyi unutarak, hesap kitap yapmadan, sularında boğulma olasılığımla geleceğim.


Sonra bir gün bakacaksın ben sende olacağım. Alışkanlıktan değil ihtiyaçtan, koynundan başka hiçbir yerde bu kadar ferahlayamadığımdan, ve hiçbir mehtaba soyunuk bir yürekle bu kadar uzun bakamadığımdan geleceğim yanına. Başka hiçbir sebep olmadan. Sırf beni deniz gibi seveceğinden. Sırf denizden bile güzel sevebilme ihtimalinden koşacağım yanına.

Beste Sakallı

(thank you Bes...)

Saturday, March 3, 2007

Marriage...?!!!...



"I don't believe in guilt, I believe in living on impulse as long as you never intentionally hurt another person, and don't judge people in your life. I think you should live completely free."-- Angelina Jolie


"If you want to sacrifice the admiration of many men for the criticism of one, go ahead, get married."-- Katharine Hepburn



"Marriage is a series of desperate arguments people feel passionately about."-- Katharine Hepburn




"The trouble with some women is they get all excited about nothing, and then they marry him."-- Cher



"There is simply no dignified way for a woman to live alone. Oh, she can get along financially perhaps (though not nearly as well as a man), but emotionally she is never left in peace. Her friends, her family, her fellow workers never let her forget that her husbandlessness, her childlessness -- her selfishness, in short -- is a reproach to the American way of life." -- Erica Jong




Little Red Riding Hood

I grow old, old
without you, Mother, landscape
of my heart. No child, no daughter between my bones
has moved, and passed
out screaming, dressed in her mantle of blood
as I did
once through your pelvic scaffold, stretching it
like a wishbone, your tenderest skin
strung on its bow and tightened
against the pain. I slipped out like an arrow, but not before
the midwife
plunged to her wrist and guided
my baffled head to its first mark. High forceps
might, in that one instant, have accomplished
what you and that good woman failed
in all these years to do: cramp
me between the temples, hobble
my baby feet. Dressed in my red hood, howling, I went –
evading
the white clad doctor and his fancy claims: microscope,
stethoscope, scalpel, all
the better to see with, to hear,
and to eat – straight from your hollowed basket
into the midwife’s skirts. I grew up
good at evading, and when you said,
“Stick to the road and forget the flowers, there’s
wolves in those bushes, mind
where you got to go, mind
you get there”. I
minded. I kept
to the road, kept
the hood secret, kept what it sheathed more
secret still. I opened
it only at night, and with other women
who might be walking the same road to their own
grandma’s house, each with their basket of gifts, her small hood
safe in the same part. I minded well. I have no daughter
to trace that road, back to your lap with my laden
basket of love. I’m growing
old, old
without you. Mother, landscape
of my heart, architect of my body, what other gesture
can I conceive
to make with it
that would reach you, alone
in your house
and waiting, across this improbable forest
peopled with wolves and our lost, flower-gathering
sisters they feed on.

-- Olga Broumas.